MELİMELO

MELİMELO

13 Haziran 2016 Pazartesi

A Ş K



Bir elmanın iki yarısı olabilmek için; önce ortadan ikiye ayrılmak gerekir.
Düşmek, bölünmek, azalmak, küçülmek... Tekrardan bütün olamayacaksın, yalnızca yan yana gelip birbirini tamamladığını bileceksin. Karşında aynı senden olduğunu düşüneceksin ve bu sana güç verecek. Bölündükten sonra karşıdaki yarın, belki çürük taraflarıyla duracak yanı başında, sende de var merak etme. Sen de sarardın, koyulaştın sen de. Ayrıldınız bi kere, asla eski renklerinizde olamazsınız. Atmosfer, oksijen, mekan, başkalarının değdiği eller, dudaklar değiştirdi renginizi. Isırılmış değilsen şanslısın. Enerji vampirleri henüz emmemiş ruhunu demektir. Hala bir aynaya ihtiyaç duyuyor olman, geliştiğinin ve dönüştüğünün habercisi rahat ol. Güzel bir şey bu. Hala arıyorsun kendini demek ki.

Ola ki tüm farklılaşmalarınıza rağmen öteki yarını buldun,
Bölünmüş olmanın ve öyle de kalabilmenin -ki bu bi çeşit özgürlük olabilir mi?- rahatlığı mı sarhoş edecek seni yoksa uzun zamandır aradığına ulaşmanın mutluluğu mu?

Aradığın neydi?

Sıcak kollar ve bakışlar mı?
İyi görünen bi tipoloji?
Nasıl göründüğünü umursamadığın zeki bir beyin?
Saatlerce edilen akışkan sohbetler?
Hepsi?
Hiç birini takmadan, yalnızca yanında olsun yeter mi yoksa?
Aidiyet? Tek taraflı? Çift taraflı?
Çift olma, görünme hali?
El ele romantik zamanlar özlemi?
Yalnızca seks ya da sevişmek diyelim olabilir mi?
Dişil ve eril enerjilerin boks maçı? Hımm?
Aile baskısı? Yeter artık bu yalnızlık senfonilerinden bıkman mı?
Kurtulmak mı acaba diğer yarın olmayan başka havva ya da ademlerin kaderinden? -ki sen ELMA 'sın unutma!

Aşk mı?

Aşk neydi?

Sevgi neydi? Sevgi emekti. Doğruya doğru. Peki gerçekten 'AŞK' neydi?

Bir çeşit yanma hali sanki. Kimya dersinde karıştırmaman gereken iki likitin birbirine geçip köpürme hali gibi, taşma ve etrafı batırma hali. Kimyager misin? Hangisini önce koymuştun, sonradan eklediğin mi taşırdı, kim bozdu deneyi? Kim bozdu dengeyi? Niye kimse uyarmadı baştan? Dinler miydin acaba? Ellerin yanmadan, merakını gidermeden uzaklaşır mıydın sessizce? Kokusunu duyar gibisin. Yıllar öncesinden tanıdık bi parfüm gibi, senelerdir dinlemediğin bi şarkının ilk notasında ezbere bildiğini fark ettiğin sözleri gibi.

Neden kadınlar büyüdükçe o çok eleştirdikleri annelerine dönüşürler biliyor musun?
O çok eleştirdikleri erkek çocukları doğurmak için.

Kaçıncı dereceden yanık öldürür seni? Kaç kere küllerinden doğabilirsin?

O kadar güçlü değilim!
Bittim!
Öldüm ben!
Onsuz bi hayat mı yoo!
Kalbim acıyor!
Ruhum sancıyor!
Başka birine aşıkmış!

Kaç kere kurdun bu cümleleri? Etrafına değil, gerçekten içine/özüne?
Bir, iki? Her seferinde? Hiç?

Seni gerçekten mutsuz eden şey ne?
Seni gerçekten mutlu eden şey ne?

Bir sis bulutuyla, gri gölgelerle yaşayanlardan mısın? Melankoli düşkünü bir drama sever misin? Hayattaki ihtiyaçların neler? Biri mi yalnızca? Bütün olma isteği mi? İnançlı mısın? Toplum için ya da kabul görmek için değil. Gerçekten kendin için. Maneviyattan algıladığın ne? Gün içinde ne kadar kendini dinliyorsun? Sessizliğini duyabilecek kadar susabiliyor musun? Kısaca neyin peşindesin?

Çok zenginsin, çok fakirsin, çok üzgünsün, çok yalnızsın, etrafın çok kalabalık belki ama sen hep bir başına hissediyorsun. Hayat hep senin karşında. Tüm düşünce gücünle evrenler yaratırsın diyenler sahtekar senin için. Pozitif düşün karmaşaları saçmalıktan ibaret. Maddi durumun biraz iyiyse ya bir psikoloğun var ya da tanınmış bir hayat koçun. Evde normalde vakit bulamıyorum diye okumadığın klasikler kütüphanende tozlanırken, başucunda ve klozetinin yanında bestseller olmuş kişisel gelişim kitapların var. Çünkü iş yerindeki arkadaşın okudu ve hayatı değişti.

Sen hep ilk görüşte aşık olanlardansın değil mi? İlk aşkıyla evlenen misin yoksa? Yok yok sen ona kavuşamadığın için kendini limandan limana atanlardansın belki de. Sen aldatılıp, başkasını sana tercih ettiği için beddua düşkünü bir kaybedene dönüşensin. Hayır sen sadece sana ait olduğunu düşündüğün ve sana asla bunu yapmayacağına inandığın birinin elini tutuyorsun büyük ihtimal. Sen aşkın en güzelini yaşıyorsun ya da öyle bir çiftsiniz ki siz, tüm evren sizin kadar şanslı olsa keşke. Senin düşünecek o kadar çok şeyin var ki bu hayatta birine kafayı takacak zamanın yok. İlişki de neymiş? Sen o taraklarda bezi olmayan bir asilzadesin. Platonik misin yoksa? Kıyamam. Açılmaya cesaretin mi yok. E tabii ya, ya reddederse?

Sen kimsin?
Ya da 'BEN' neydi?

Sen küçüktün, çocuktun. 
Çok alternatifin yok. Ya çok seviliyordun, ya hiç. Orta karar sevildiğini anlayamazdın, onun için büyümen gerekti çünkü.
Kayıpların oldu. Maddi ve manevi kayıplardı bunlar. Sevdiğin birilerini kaybettin. Sevdiğin bişeyleri kaybettin. Kimilerini toprak aldı, kimilerini onların daha çok sevdiği başkaları. Kimisi seni sevmeyi de bırakmadı, kimisi ardına bile bakmadan çekip gitti. Kim, kimi, nerede ve nasıl bıraktıysa bıraktı. Gitti, oyun bitti. Geç.
Yeni bölüme geç. Çok mu geç kaldın? Hayır çünkü o bestseller' larda söylenen en büyük gerçek; hiç birşey için geç olmadığı. Çünkü zaman diye birşey yok. Zamlanan anlar var ve sen onları gözünde, içinde, ruhunda büyüttükçe ödemediğin vergiler gibi borçlanıyorsun hayata. 
Kimse sana içinde bilmediğin ve hissettmediğin birşey anlatmayacak. Aklının yattığını düşündüğün, ya da -Aaa ben bunu niye hiç böyle düşünmemiştim, ne kadar haklısın dediğin herşey hücrelerinde titreşen SEN'den ibaret. Şaşırmış gibi yapma! Karşı koyduğun, EGO'na ters düştüğünü zannettiğin herşey, hayatta en çok korktuğun Sen ve senin yapabileceklerinin yansıması. Sabah kalktığında yüz yıkama ritüelinde karşılaştığın gerçekliğin. Şiş yüzün, çapaklı gözlerin, kokan ağızın, çürük dişlerin ve çatlak dudakların. Sevmediğin kırışıklıkların, bir türlü veremediğin kiloların. Sen. En gerçek halinle sadece SEN'sin! Kabul et seni senden daha iyi anlayan biri yok. Daha iyi tanıyan yok. O yüzden uzun vadede sana senden başka hiçkimse yardımcı olamayacak.

9 Kasım 2010 Salı

K A R I Ş M I Ş _ R U H



Geceler paklar karışmış ruhun gerginliğini
bi duble rakı çözdürür dilini
inancının tavan yaptığı anlardır o çözülmeler
- sarhoş nidaların ezan sesi gibidir başka masalara


inanmışsındır çünkü sen
aşka
güzele
adama


çok güzel sanmışsındır onu mesela
aslında ortalama bir yürekken
büyütmüş de büyütmüşsündür sahneyi


panjurlar takmışsındır onun gözlerine
pembe pembe
bir yabancı aktöre benzetmişsindir mutlaka
karizmatik diye bilinen etrafta


ve sen çok sevmişsindir...
konuşurlar hakkında
orda burda
pastanede
yolda
barda
herkes aşka inat seni konuşur
-çok sevdi onu diye...
yaaa der karşıdaki 
hafif buruk ve 
kendi başına da gelmiş bir 'dava' edasıyla
üzünçlü bir yaaa çıkar yalnızca...


sormaz hiç O da onu çok sevdi mi diye?
bilir çünkü alacağı cevabı 
oysa ki zamanında ihtarnameler döşemiştir
 ve korkar o yanıt ile yüzleşmekten
kendi renkli panjurlarını hatırlar
edepsizlikleri anımsar
çok sevmiştim ben de der
ve sakince süzülür
koynunda beslediği yılanın hayalinden
gerçeğe döner
hayata girer
emekleye emekleye...


bebek gibi saftır 
aşkını anımsayanın ruhu
bir son sözle;


geceler pak-lar işte onu...


17 Eylül 2010 Cuma

B E N C İ L







Kalbinin şeftali kapılarını aç.
İçeride koca bir meyve bahçesi var biliyorum.
Kandıramazsın, görüyorum.

Eyvah nidaları var parlak gözlerinde
İç içe geçmiş kinayelerinin
Çocuksu oyunbozanlığında;
Sen mızıkçı
Ben ebe

Açık fikirlerle saklandım
Sayarken sen 1'den 100'e
Düşünmedin, ben giderken seni nereme sakladım diye,
Bakıp bakıp kesin cümlelerinle yüzüme,
Aç kapıyı diyemedin.

Şımarttım seni
-her seferinde
'Bir yer var biliyorum her şeyi söylemek mümkün' diyen
Veli'ye inat,

Bulup o yeri diyemedim
seni bir tek -ben seviyorum- diye...

17 Ağustos 2010 Salı

H A K İ M _ B E Y


Ellerimle ördüğüm krallığımın çöküşünü izlemek... Bombanın pimini ben çektim. Kundakçılık mı hakim bey? Yo yo, gerisin geriye iniş benimki. Yangınların sonunda küllerinden yeniden doğdururlar ya mekanı, daha yeni, daha şık ve sanki diğer anılar hiç yaşanmamış gibidir ya. Tarih; bir yerlerde kendini tekrar ederken o mazi silinip izsiz, uçsuz, bucaksızdır ya hakim bey, benim anılarım kat kat ve hükümsüzdür. Kayıplarım kullanılınabilir, verdiğim eşgaller yalnızca bende suçlu bulunabilir. Kadınlarım var benim, aşığı var, yalnızı var, işsizi var, sevgisizi var. Erkeklerim var mesela, özgüvensizi var, terkedilmişi var, çocuk olanları var, adam gibi adam olmaya çalışanları var. Çoğu görgülü, çoğu bilmiş, azı ukala benim insanlarımın. Bütünü sevgi dolu, tümü içten içe mutluluk oyununda. Perdeler açıldıkça, yeni bir oyuna yolculukta. Otobüs durakları gibi içimde gece. İnmeye hazırlanırken - ve mutlu inişlerde bile- ani fren darbeleriyle, yaralı güzellikte benim gecem. Uykusuz, yorgun ve gündelikte hikayem. Bir gece var anılarda, yıl 17 Ağustos 1999... Üç kız yan yana muhabbette gece gece. Biri yaratıcı, diğeri dediğim dedik, yıldızlar hiç olmadık kadar yakın. Ne bilinir ki; med-cezir alıp götürecek tüm dargınlıkları ama yerine koyuverecek acıları. Acılarım hükümsüzdür hakim bey. Fani kayıplarım, gerçeklerin yanında saman alevidir. Gücüm güç, anılarım taze, kayıplarım yaşamımda ışıktır. Ne kadar çökerse, o kadar ayıklanır yalnızlıklarım. Çok kalabalığım hakim bey. Kadınlarım, adamlarım, yolsuz yoldaşlarım... Geçmişe özlemimle, bir nostalji prensesi, bir drama kraliçesi ve romantik bi aşığım. Böyle kabul edillir ve böyle mutluyum !

3 Mayıs 2010 Pazartesi

O Y U N


Kırmızı, parlak taşlı bir nehrin kıyısında başlamıştı oyun. Kabul mü dedi kabul dedim.
Okuldan kalma bir alışkanlıkla replikler uçuştu havada. Kapalı gişe bir oyunun, çift kişilikli karakterleriydik artık. Asla bir çift olamamışken görüntüde, biz kendi içimizde hep birdik aslında. Korkudan titrerken de, eski aşklarımıza ağlarken de, gülerken de ve davetler verirken de, biz görüntüde hep birdik. Teğet geçmişti tanışmalarımız. Belki de çok önceden dokunabilecekken arızalarımıza, zaman beklemeyi seçip getirmemişti bizi yan yana. Zaman; bizi hiç beraber görmek istememişti.Dokundukça çoğaldık birbirimize,çoğaldıkça uzaklaştık. Yedik, içtik, seçtik, izledik, bol bol yorum yaptık hayata...Saatlerce konuştuk, haftalarca sustuk kimi zaman. Kimi zamansa kendimizden daha çok üzüldük birbirimize. Aile gibi olmak bu olsa gerek. Korumak, kollamak, yalnız olmadığını hissettirmek...Anlaşamasan da bazen, o beni anlar demek. Olduğu gibi kabullenmek...Kaybettiğin anlar vardır ya oyunu, aslında level üstüne level atlamışsındır ve kazanmana ramak kalmıştır, ama tek bir hatayla karşılaşıverirsin GAME OVER yazısıyla. Sanırım kaybettik. Sevdiğim bir şarkıda ağlarken seni düşlemek, yemek yaparken yalnız başıma, dereotu koymak sen seversin diye, ve film izleyememek sensiz ve seninle güzelken, sensiz hiç tad vermeyen şeylerin listesini çıkarmak...Oyun bitti...Kulise gel...Nerdesin?

24 Nisan 2010 Cumartesi

Y A Ğ M U R . . .



dürüst_lük kisvesi altına özenle saklanmış koca yalanlar;
bir fotoğrafın kadrajına sığmazlar

gördüğün renkler
işittiğin nidalar ve bir o kadar
alışılmışın dışında
savrulan
-aşk-ın-ın
ilizyonist gölgesi
kandırırken gövdeni

ne kızıl yapraklı bir ağacın
yok olduğunu sandığın zamanki
duygusallığın
ne tapıyorum dediğin kadınlık
ne de safi zannettiğim nefesin

bir balona konup gönderilmişcesine
hiç işitilmemişcesine

ve büyük yalnızlığın
kimsenin paylaşamadığı

sanal gerçeklerin
görünen duvarlarında
türemez duyguları'nın
açıklığını_
bilmekten hicap duyduracak bana

keşke dedirtecek
ve o keşke
maalesef
olumlu betimlemelerle bitmeyecek
noktası virgülü ve geçmişiyle
güzel mi?
yalan mı?

yakıldı sevgin
ve küllerini
istanbul boğazının
gri mavi denizine gözyaşlarımla boşalttım...

_hoşçakal_